Her şey bir gün arkadaşlar arasındaki bir tartışmadan çıktı. Büyük yazar ve şairlerden konuşuyorduk. Laf döndü dolaştı ‘Türk şiirinin büyük şairi’ Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya geldi. “Türkçem, benim ses bayrağım” diyen ‘Çocuk ve Allah’ın şairi Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın hayatta olup olmadığından bile habersizdik.
Çok hayıflandım ve kendime iş edindim. Ertesi gün araştırınca gördüm ki büyük şair 94 yaşında hala Kadıköy’deki evinde yaşıyordu. Eve gittim; uyuyordu. Bakıcısıyla konuşup içinde telefonumun yazılı olduğu ve kendisiyle röportaj yapmak istediğimi belirten küçük bir not bıraktım. Bir gün sonra çalan telefonumda sevimli sesiyle konuşan büyük şair Dağlarca, beni beklediğini söylüyordu.
Ertesi sabah heyecanla Kadıköy’e yollandım. ‘Bir saat konuşuruz. Sizi fazla yormam’ demiştim ama röportajın sonunda bana kayıt cihazını kapattırdı ve saatlerce konuştuk. 94 yaşında hala gençleri anlamaya çalışıyordu. Gençler için nasıl üzüldüğünü çoğu zaman usul usul bazen de bir çağlayan gibi gürüldeyerek anlattı. Hafızası çok iyiydi. Küçük pilli radyosu sayesinde gündemi çok iyi takip ediyordu. Sohbetimizden çok keyif aldığını söyledi. Bana bir kaç gün önce yazdığı son şiirini verdi ve röportajda yayınlamama izin verdi. Çıkmadan da yine uğramamı tembih etti.
Maalesef bir daha uğrayamadım. Evet her zamanki gibi işler çok yoğundu ve bir kez bile vakit bulamamıştım. Modern zamanlar yine hayattan çalmıştı. Yaklaşık 8 ay sonra 15 Ekim 2008’de hayatını kaybetti. Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı son kez Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilirken ziyaret edebildim.
Bugün ‘Türk şiirinin büyük şairi’nin 100’üncü doğumgünü. Kendisi hayattayken yapılan son röportajı ve son şiirini tekrar yayınlıyorum. Diyecek fazla sözüm yok. Uğrayamadığım için beni affet büyük şair. Nur içinde yat. Çok özlediğin arkadaşların Cahit Sıtkı Tarancı ve Behçet Necatigil’e selamımızı ilet…
“Herkes İngilizce bağırıyor kendi dilinde konuşsana!”
İLKER AKGÜNGÖR
Kadıköy, 20.01.2008
Fazıl Hüsnü Dağlarca Türk Edebiyatı’nın yaşayan en önemli şairlerinden. Ömrü bir asra dayanan 94 yaşındaki Dağlarca, tam 78 yıldır şiir yazıyor. Türkiye’nin her geçen gün kötüye gittiğini ve bu durumun kendisini üzdüğünü söyleyen Dağlarca, ulus ve yurt sevgisinin unutulduğundan yakınıyor. Sözcüklerin bir ulusun kara parçaları olduğunu belirten Dağlarca, Türkçe’yi korumakla görevli Türk Dil Kurumu’nun da bir kuklaya dönüştüğünü ifade ediyor
İlkokuldaki çocukların bile dili doğru kullanma konusunda kendisi kadar duyarlı olmalarını isteyen Dağlarca, “Hayvanların bile hepsinin ayrı bir dili var. Ama herkes İngilizce bağırıyor. Türkçe’yi savunmak için bakanlık kurmak gerekli” diyor.
Türk edebiyatına ve Türk tarihine yaklaşık bir asırdır tanıklık eden Fazıl Hüsnü Dağlarca tam 94 yaşında… Hâlâ dinç, hafızası yerinde ve evindeki radyosundan Türkiye’yi izlemeye devam ediyor. 2007’de çocuklar için yazdığı şiirlerden oluşan 4 kitabı çıkan Dağlarca, şiir yazmaya devam ediyor. Asırlık çınar, son şiirini bu yılbaşından 3 gün önce yazdı. Şair, şimdi evinde yeni çıkaracağı kitaplar için çalışmaya devam ediyor. İşte üstadın gözünden Türkiye, Türkçe, çocuk sahibi olmayışı ve yaşadığımız günlerin tahlili.
Türkiye’nin durumunu nasıl görüyorsunuz?
Dağlarca: “Yurdumu üzüntü ile seyretmekteyim. Ekmek meselesi dersen 100 kişiden 3’ü doyuyor. Geri kalan aç. Memleket gırtlağa kadar borç içinde. 300 yıldır yönetimler kendi devirlerinde, günü kurtarmak adına çabalarken tasarım, uzak görüş ve programdan yoksun oldular. Ulus sevgisi, yurt sevgisi unutuldu. Koca İstanbul’un her gün artan nüfusu tüm Türkiye’nin özet görüntüsüdür. Akşam olunca düşünüyorum. Bu büyük kalabalık yarı karanlıkta hangi sofralarda? Kentin öbür ucunda oturan, ev dediğimiz barınağı olan milyonlar ne durumda? Bütün fiyat artışları ile kim ilgilenecek?”
Neler daha kötüye gidiyor?
Dağlarca: “Toplumumuzun kötü beslenmesi genel sağlığımızı korkunç görüntülere ulaştırmaktadır. Yaşamak, bir ceza olmaktadır. Hastalığını göstermek için doktora giden halk gece yarısında uyanıp yola çıkmak zorunda. Muayeneler doktorun parmağı hastaya değmeden sonuçlanmakta. Hasta için de doktor için de anlatılmaz üzüntülere dönüşmektedir.”
Genel olarak bir kötüye gidişten söz ediyorsunuz. Peki Türkçe’nin ve edebiyatın durumu nasıl?
Dağlarca: “Toplumun yaşamak savaşı, kendisini değerli kılan, ölümsüz kılan, aydınlığa ulaştıran eylemlerden uzak tutmaktadır. Geçenlerde bir yerde okumuştum. 6 yıl okuyan öğrenciler okuma-yazma bilmiyorlarmış. İnanması güç bir olay. İnanırsa kişinin eli ayağı güçsüz kalacak bir olay. İçimizdeki yurt ve ulus sevgisi tüm bu depremden hiç etkilenmeyen bir güçtür. Korkuyorum bu güç nereye kadar yaşayacak diye. Her ulusun bir savunma bakanlığı var. Bu askeri alandaki çabalarımız ve aldığımız önlemlerdir. Yurt dili de en küçük parçasının bile korunması, doğru yazılması, doğru söylenmesi, vatan toprağı gibi üzerine titrenmesi gereken en değerli varlığımızdır. Yurt dilinin savunmak için bir bakanlık olması gerekir. Ben, Türkçe’m benim ses bayrağım demişsem, bu söz atasözü gibi yayılmışsa bu doğruluğundan ötürüdür. Bugün bütün bakanlıkları suçluyorum. Çünkü hepsinin üzerine bastıkları toprak Türkçe’dir. ªarkılarda, türkülerde, bütün okullarda, bütün meslek kuruluşlarında duyarlı Türkler tüm güçleriyle ulusalcılık içine girmeliler. Sözcükler bir ulusun kara parçalarıdır. Türkçe’miz 15 bin sözcükle 15 bin ada üzerinde sayılabilir. Kullandığımız sözcüklere bu Türkçe’dir demek çok yanlıştır. İnsanı Osmanlı’nın düştüğü yanlışlara götürür. Dil bir ulusun kendi yaratısı olmadığı anlarda yitirdiğimiz benliktir.”
Çocuklar hakkında en çok şiir yazan şairsiniz? Ancak hiç çocuğunuz olmadı. Bu kararınızdan pişman mısınız?
Dağlarca: “Çocukları çok ama çok severim. Benim kadar çocuk eseri yazan başka şair belki de yoktur. Zamanında çocuk yapmamakla hata ettim. Yıllar önce bir sabah gazeteyi açtığımda “Orgeneral Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Rus Casusu” diye bir manşet okudum. Orgeneral Orbay’ı şahsen tanırdım. Güçlü, çalışkan ve çok zeki bir adamdı. Bu olay üstüne o dağ gibi adam kanser oldu. Bir ayda eridi gitti. Vefat etti. O zaman çocuk yapmaktan soğudum. Sonra çocuk yapmak zamanı geçti. Kazım Orbay’ın olayı beni mahvetti. Çocuk en büyük şans. Bir kumbara. Ne çıktı diye bir bakarsın, casus da çıkar, hain de çıkar, şans. Ama şimdi çok pişmanım.”
En çok neye pişmansınız? Kimleri çok özlüyorsunuz?
Dağlarca: “Kendimin ya da başkasının yaşını tek tek saymaktan pişmanım. İnsan yaşasın ama yaşı sayılmasın. Rakamlar taksimetre gibi atıyor. Onun için genç ölenlere çok üzülürüm. En çok Cahit Sıtkı Tarancı ve Behçet Necatigil’i özlüyorum. Nasıl özlemeyeyim ki? Çok sevdiğim dostlarımdı. Necatigil, eski yazıyla yazdığım 302 sayfalık Sivaslı Karınca kitabımı baskıya göndermek için yeni Türkçe’yle 1.5 günde yazdı bitirdi. Böyle değerli bir dosttu o. İnsan sevdikleri gidince öyle bir yalnızlığa düşüyor ki…”
Evinizi müze yapılması için bağışladınız. Hatırlanmak için miydi bu?
Dağlarca: “İnsan sevdiği şeyi çok yapar. Ben şiiri ve yurdumu çok sevdim. Şiir benim yurdumdur. Evimi, şiirlerimi gençlere ve bu millete bırakıyorum. Belki gelip şiirlerimi okurlar, biraz faydalanıp aydınlanırlar diye bırakıyorum. Bizde bir şair öldü mü bir daha hatırlanmaz. Devletin bir galeri açıp, ölen şairlerin fotoğraflarını koyup, altına onlardan bir dize yazıp hatırlatması lazım. Mehmet Akif, Tevfik Fikret, Yunus Emre, Şeyh Galip olmasaydı Türk edebiyatı çok daha küçük kalırdı. Bu insanların eserleri kendilerinden çok, o topluma değer kazandırdı. Ama beni hatırlayıp hatırlamamaları beni çok alakadar etmiyor. Oradan buraya ne telefon ne de televizyon var. Ama düşünürsen yine en çok hatırlanacak kişi benim. 1930’dan saysan 78 senedir yazıyorum. Kolay iş mi? Bir sürü kişi o yaşa bile erişemiyor. Türk edebiyatında böyle bir adam yok.”
“Metamorfoz diyen adam ulusal benlik kaybolsun istiyordur”
Türkçe konusunda çok hassas olan Fazıl Hüsnü Dağlarca şarkılarda ve günlük konuşmalarda İngilizce kelimeler kullanılmasına çok üzülüyor. Tarkan’ın son albümüne ‘Metamorfoz’ adını vermesi de ünlü edebiyatçıyı oldukça kızdırmış: ”Metamorfoz kelimesini söyleyen bir adam, bence hiç kimseye bir şey anlatmayan, yalnız ulusun benliğinin kaybolması için çaba gösteren kimsedir. Evet bazı deyimler Türkçe’de yoktur. Türkçe’nin yıllarca unutulmasından ötürü yoktur. Eskiden Türk Dil Kurumu (TDK) yayınladığı sözlüklerle bunların düzeltmelerini yapmaktaydı. Ne yazık ki bu bayrak, davranış gönderden indirildi. Şimdi kurum bir kukla haline getirildi. Güzel bilim adamları ve gençler dağıtıldı. Yetişen gençliğe siyah gözlük takıldı. Ulusun ölümü başladı. Gençler seçimlerde yönetimi ele alarak bu gidişi değiştirmezlerse tarih önünde suçludurlar. 10 bin Mustafa Kemal gelse Türk dili ve milletinin yok olmasını düzeltemez. Dili düzgün kullanmayı zorla yapamazsın. İkna yoluyla başarıya ulaşırsın. İlkokuldaki çocuk da benim kadar duyarlı olacak. Öğretmenine soracak, sözlük karıştıracak. Sevecek dilini. Hayvanların bile hepsinin ayrı bir dili var. Sen tutmuşsun İngilizce bağırıyorsun. Türk müsün sen be? Kendi dilinde bağırsana.
“Fazıl Say’a yüklenenlerin sanattan haberi yok”
Gündemi her an yanı başında duran radyosundan takip eden Dağlarca adaşı Fazıl Say’ın ‘Türkiye’den gideceğim’ sözlerinin yanlış anlaşıldığı kanısında. Bir sanatçının asla ülkesini terk etmeyeceğini söyleyen Dağlarca, ”Bana kalırsa bunu bir kızgınlık anında söylemiştir. Bir sanatçı bunu yapamaz. Fazıl Say gibi bir kişi de eriştiği sanat düzeyi bakımından buradan gidemez“ diyor.
Sanatçının kendi taşının toprağının, kalabalıklarının, çocuklarının ve toplumunun sözcüsü olduğunu belirten Dağlarca şunları söylüyor: “Çekip gitse ne yapacak? Türkiye’nin bir değerini götürür. Burada kalarak ve aynı şekilde çalışarak mücadele edecek. Ülkeler böyle oluşur. Onun eserleri bu ülkenin değeridir. Sanatçılar siyasi görüşleri ne olursa olsun bu toprağın çocuklarıdır. Uluslar büyük bireyleriyle nefes alır. Fazıl Say’a yüklenenlerin sanattan ve sanatçının özgürlüğünden haberi yok. Bu toprağın ekmeği büyüktür. Bize de, yeni kuşaklarımıza da yeter.
Uzun ömrün sırrı: biftek ve salata
Yaşı bir asra yaklaşan Fazıl Hüsnü Dağlarca uzun yaşamanın sırrının kendine iyi bakmaktan geçtiğini söylüyor ve tüyolarını açıklıyor: “Kendime çok iyi baktım ama gençliğimde iki kere Ağrı Dağı’na çıktığım için dizlerim çok yoruldu. Hiç sigara içmedim. Biraz içkiye daldım. Her gün et yedim. Bence en güzel yemek biftek ve yeşil salatadır. Doktorların her dediği doğru değil. Hemen her gün et yedim. Daha çok yağlı şeyler yiyoruz. Biz ulus olarak salatayı az yiyoruz. Bir gavur tam 5 kişilik salata yiyor. Meyhanede dikkat ederdim. Bizde bir kişi salatadan 3 çatal aldı mı, salatayı bir daha yemez. Meyhaneciler de kalan salatayı başka mezelerde kullanır. Rahmetli Behçet Necatigil artık yememek için kalan yemeklerinin üzerine hep sigara külü dökerdi.”
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın son şiiri
SEVMEK
Adı ne bu kuşun?
Uçarken
Gök doldu
Kim geçti
En uzaklardan
Göl mavilik doldu
Karınca yuvaları var ya
Güneş taşıdı karıncaları
Bal aydınlık doldu
O çöl develeri var ya çıngırak sergileyen
Parlaması ölüme değer
Kervanlarla doldu
Özleminle öyle bir soluk aldım ki
Yeryüzü, gökyüzü
Dudaklarımla doldu